Çünkü zaman yavaş!
Bizler iki elimizde iki silahımız, başlarımızda şapkalarımızla bir treni soymaya atılamayan yirminci yüzyıl çocuklarıyız. Üstünde gezinemediğimiz vagonların sallantısını içimizde taşıyoruz. Gösteremediğimiz cesaretleri sonralara saklıyoruz. Büyütemediğimiz çocukluklarımıza bisiklete binmeyi şimdi öğretiyoruz. Bu fanzinin tekerlerini var gücümüzle çevirmeye uğraşıyoruz. Pazar günleri oluyor, yağmur yağdığına üzülüyoruz. Sobamızın etrafında sıraya geçiyor, çıkmayan sakallarımızı ovuyoruz. Gözlüklerimizin buğularını siliyoruz. Kendi bulutlarımızın şekillerini mandalina kabuklarına işliyoruz. Kurumuş her koku bize varoluşumuzu hatırlatıyor. Yaşadığımızı ispat etmek istiyoruz. Size ve kendimize ve gökyüzündeki her kanadı kopmuş trene!
Damarlarımızda kan yerine akan çağrışımlara saygısızlık etmek istemiyoruz. Züppelik yapmak niyetinde değiliz, zibidiliğimizi kabulleniyoruz. Cehaletimizin ve küçüklüğümüzün farkındayız. Fiziksel varlığımızı işe yarar kılmak arzusundayız. Her göz göze gelişin yıkım demek olmadığı günlere de merhaba demek istiyoruz. İçimizde yaşayan bizi şekillendirmek istiyoruz. Bu yolda ne kimseye sataşacak gücümüz var, ne de ideolojilerin zorlamasında devam etme hakkımız. Biz kendimiziz. Biz, on iki yaşında hurçlara kaldırılan Tigger baskılı kıyafetleriz. Kendi gölgemiz tarafından bile takip ediliyoruz. Biz, altından geçtiğimizde dahi sönen sokak lambalarının hüzünlü efsuncularıyız. Biz, dünyayı üretenleri için daha güzel bir yer haline getirecek savaşçı fikirlerin piyadeleri değiliz. En büyük derdimiz elimizde fırından alınmış ekmek poşetiyle bakkala girmek olabilir. Bunu size anlatmak istiyoruz, derinlere gömdüğünüz utanç dalgalarını hatırlatmak istiyoruz. Altınıza yaptığınızda ne yapacağınızı şaşırdığınız günlerin kokusunu anlatmak istiyoruz.
Bizi çözülememiş sorunlar yönetiyor. Üstesinden gelinememiş utanmışlıklarımız var. Battaniyelere baş gömmüşlüklerimiz hatırımızda. Yastıklarımızı mutsuzluk egemenliğine karşı direnişimizin silahı olarak kullanıyoruz. Yastık savaşı patlak verdiğinde salıncaklarımızın üzerinde hazır bulunacağız. Bu fanzin ile yaptığımız çufçuf dansımız, Marşandiz’imiz, yüzümüzü güldürmeye biraz olsun yetecek.
Gerçeklerle aramız iyi değil. Tüm ciddiyetlerden uzak da olsak, elbette samimiyetimizle unutmadığımız şu noktaya parmak basıyoruz; edebiyat karşıdır, devrimdir. Öyleyse biz mutsuzluk egemenliğine bu fanzinle karşı duruyoruz! Çünkü elbet her mutluluk, bir devrimdir.
Mart 2013